Şu anda, görünmez sinyaller etrafımızda havada uçuşuyor ama farkedemiyoruz.
Gözlerinizin görebildiği ışık spektrumunun ötesinde, evler kadar geniş olan devasa radyo dalgaları, bilgisayarlar, GPS’ler, cep telefonları ve daha fazlası arasında bilgi taşınması, alış verişi meydana gelir.
Telefonlarımızdan yayılan sinyal o kadar güçlüdür ki, eğer gözlerimiz radyo dalgalarını görebilseydi, telefonumuz Mars’tan bile görünür olurdu.
En azından özel gözlerimiz bunu görebilirdi, tabiki bu durumun olması için; gökyüzü, yönlendiricilerden, uydulardan ve tabii telefonunu uçak moduna almayan insanlardan kaynaklanan parazitlerle dolu olmasaydı..
Uçakta, uçak moduna alma ayarı uçuşunuzu korumak için değil, uçuş rotanızdaki diğer herkesi korumak içindir aslında.
Cep telefonları, elektromanyetik dalgalar şeklinde bilgi yayarak ağlara bağlanır; özellikle de, elektromanyetik spektrumun bu bandında bulunan radyo dalgaları şeklinde. Bu radyo dalgaları çeşitli dalga boylarında gelir.
Özel gözlerimizin çeşitli dalga boylarını farklı renkler olarak gördüğünü düşünelim.
Bir arama yaptığımız zaman, telefonumuz bir radyo dalgası sinyali üretir ve bunu en yakın baz istasyonuna gönderir.
Eğer servise uzaktaysak telefonumuz daha iyi bağlantı kurmak amacıyla daha yüksek genlikte bir sinyal göndermek için daha fazla pil gücü harcayacaktır. Bağlandıktan sonra ise bu sinyal, baz istasyonları arasında çağrınızın alıcısına kadar iletilir.
Buradaki tek sinyal çağrımız olmadığından, çağrıları yöneten baz istasyonları, ilgili her telefona kendi dalga boyunu atar.
Bu spesifik renk, başkalarının aramalarını açmamamızı sağlar. Hatta bu, telefonumuzun bilgi aldığı dalga boyundan bir miktar farklıdır, böylece gelen sinyale müdahale etmez.
Ancak aralarından seçim yapılacak çok fazla renk var.
Ayrıca, Wi-Fi’nin ortaya çıkışından beri, bu dalga boylarına sahip olma talebi önemli ölçüde arttı. Havadaki tüm bu sinyaller ve atanabilecek sınırlı sayıda renk varken, parazitlerden kaçınmak giderek zorlaşıyor, özellikle de baz istasyonları aynı anda birçok sinyal aldığında, örneğin herkesin telefonunu kullanmaya çalıştığı bölgesel acil durumlar gibi..
Ancak diğer parazit kaynakları daha önlenebilirdir. Örneğin gökyüzünde binlerce metre yükselikte sinyal arayan telefonlar gibi.
Uçaklardaki telefonlar baz istasyonlarından çok uzaktadırlar, bu sebeple servisi bulmak için, olabilecek en yüksek sinyalleri gönderip fazla mesai yaparlar. Ancak uçaklar çok hızlı gittikleri için, telefonlar kendilerini bir baz istasyonuna beklenenden çok daha yakın bulabilirler ve yerdekileri boğan büyük bir sinyal oluşturabilirler.
Yani uçak modunu kullanmadan uçtuğumuz zaman, aslında askeri bir sinyal boğucu gibi davranıyorsunuz. Yani yakındaki sinyalleri engelleyen dev radyo dalgaları gönderiyorsunuz.
Yerdeyken bile, neredeyse tüm elektronik cihazlarımız sahte radyo dalgaları yayarak
internetimizi yavaşlatır ve çağrılarımızı kesintiye uğratır.
Bu, tüketicilerin daha fazla bant genişliği almasına yol açarak hizmet sağlayıcılarının daha fazla radyo spektrumunu üstlenmesine ve sonuç olarak gökyüzüne daha fazla uydu göndermesine neden oluyor ki bu da sonunda yıldızların yok olmasına yol açabilecek kısır bir döngü oluşturuyor.
Yine de, eğer bu uydular olmasa bile, bu sistem, evrenle olan ilişkimizi tehdit ediyor. Astronomi için kullanılan radyo teleskoplar, uzayın derinliklerini görmek için spesifik bir dalga boyu bandına güvenir.
Ancak, her ne kadar bu aralık sözde korunuyor olsa da, kesintiler uygulanmamaktadır. Örneğin, çok büyük dizi, güneş sistemimiz boyunca 1 ila 50 GHz arasındaki sinyalleri görebilmektedir.
Fakat eğer 5 GHz altındaki sinyallere bakmaya çalışırsa, araması 5G şebekelerindeki telefon denizi tarafından boğulabilir.
Bugün, Dünya’da hiçbir yerinde gerçek anlamda radyo sessizliği yoktur. Dünyanın dört bir yanına sinyal gönderen uydular gezegeni radyo dalgalarıyla kaplamış durumda
Bu sebeplerden ötürü bizim için aman ne olacaklık bir mesele olarak görünse de aslında uçaktayken, telefonu uçak moduna almak önemli bir mevzu.