İnsanların zor, sıkıntı verici bir durumla karşılaştıklarında yukarıya baktıklarını fark ettiniz mi?
Ya da illa sıkıntı verici bir durum olmasına gerek de yok, bir şeye odaklanmamızı gerektiren kafa yorucu durumlarda gözlerimiz bir yere kilitlenir.
Aslında bu davranış çoğu bireyde tipik bir haldir ancak baktıklarını odak nokta farklılık gösterebilir.
Bazı insanlar boş duvarlara halıya, uzak bir noktaya takılır kalırlar. Önemli olan dikkatimizi dağıtan dış etkenlerden uzak durmamıza ve konsantre olmamıza olanak tanıyan odaklanmanın olağanüstü doğasıdır.
Örneğin tepemizdeki bulutlara baktığımızda dikkatimizi dağıtacak çok az uyaran vardır.
Bir kuş, uçak, helikopter gibi anlık görüntüler. Bu kaynaklardan gelen sesler genelde çevreseldir geçicidir ve işlenmesi minimum düzeyde zihinsel çaba gerektirir.
Sesleri kabul etmenin yanı sıra onları daha fazla düşünmüyoruz veya onlar hakkında eleştirel bir düşünceye girmiyoruz.
Düşünürken veya bilişsel bir sürece dahil olurken amacımız genellikle boş duvarlar veya gökyüzü gibi cansız varlıklara bakarak dış uyaran kaynaklarını ortadan kaldırarak dikkat dağıtıcı unsurları en aza indirmektir.
Davranışımızın çevremize odaklanmaktan boş bir alana kayması çevremizi analiz etme ya da işleme eğilimimizin azalmasına neden olur.
Esas olarak zihinsel yetilerimizi dış uyaranlardan içsel uyaranlara kaydırırız. İnsanların bu davranışının incelenmesi Amerikan psikolojisinin babası William James‘in göz hareketi ile bilişsel aktivite arasında bir yakınlık fark ettiği 1890 yılına kadar uzanıyor.
Bir insanın derin düşüncelere daldığında dış dünyayla bağlantısının koptuğunu gözlerin ise sık sık yukarıya ve dışarıya döndüğü gözlemlendi.
James, bu bilinçsiz göz hareketinin uyku sırasında dünyevi dikkat dağıtıcı unsurları göz ardı ettiğimiz göz hareketlerimize benzer şekilde, odağı dış uyaranlardan uzaklaştırmaya yönelik kasıtlı bir çaba olduğunu teorileştirdi.
Buradan düşünme ve bilişsel süreçlerin mutlaka kafa hareketleriyle değil, göz hareketleriyle ilişkili olduğu sonucunu çıkarabiliriz.
2021 yılında yapılan bir çalışma bu konuya daha fazla ışık tutuyor. Görsel olmayan bilgilerin (uzun süreli hafızada) işlenmesinde rol oynayan sinir ağlarının, öncelikle görsel bilgileri işleyen ve önceden var olan ağlardan evrimleştiği öne sürdü.
Bu çevremizden gelen görsel bilgileri işleme şeklimizi güçlü bir şekilde taklit eder.
Örneğin bir matematik problemini çözmek için gece geç saatlere kadar karmaşık denklemleri hatırlamaya çalışan bir öğrenci düşünün. Konsantre olmak için gözlerini kapatırken, hızlı göz hareketleri gerekli bilgiyi bulmak için bilişsel bir arayışa işaret ediyor.
O aradığınız şeyi bulduğunuz zaman göz hareketleri büyük oranda azalır ve sanki görünmeyen bir nesneye odaklanıyormuş gibi bakmaya başlar.
Bir şeyleri hatırlamaya, çözmeye çalıştığımızda hafızamız mükemmel şekilde odaklanma yolunu bir yere gözlerin takılı kalmasıyla bulur. Bu hem kolay hem de basit bir yöntemdir.
Bu anekdot, hafızamızın göz hareketlerimizi nasıl belirlediğini örnekliyor. Aslında kafa hareketleri bilişsel süreçlerimizin itici gücü değildir. Her şey gözlerdedir.
Göz hareketlerimiz ile bilişsel aktivite arasındaki bağlantı 19. yüzyıldan beri iyi bir şekilde belgelenmiştir.
Bu çoğumuzun derin düşüncelere daldığımızda neden gökyüzüne halıya bir yere odaklandığımızı güzel bir şekilde açıklar.
Bir dahaki sefere konsantre olmanız gereken bir konu olduğunda bakışlarınızı boş bir duvara veya zemine odaklamayı deneyin.
Aradığınız tüm çözümleri bulamayabilirsiniz ancak düşünceniz muhtemelen daha net ve daha odaklanmış olacaktır.